Modernizasyon Teorisi Kapsamında İslamofobi
- Furkan Gülkan
- 22 Eyl 2022
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 22 Mar 2023
Günümüze baktığımızda 19.yüzyıldan itibaren dünyada göze çarpan ekonomik gelişme ve modernizasyon, İslami kültürünü ortadan yavaşça kaldırmıştır. Gelişmekte olan ülkelere sunulan modernizasyon reçetesinin içinde dayatılan İslamofobi de toplumun ruhundaki İslami kültürün yok olmasına neden olmuştur.
1. GİRİŞ
I.Dünya Savaşı ardından ekonomi, siyaset ve hukuk gibi ana başlıklar küresel bir anlam kazanmaya başladı ve demokratik rejimler refaha ulaşmak için temel taş olarak görünmeye başlandı. Bu doğrultuda demokratikleşmiş uluslararası etkileşim ve birbirine olan bağlılıkları, iktisadi büyüme için uygun bir zemin olarak kabul edildi. Kabul edilen bu modernizasyon teorisi kapsamında elde edilen patika yolda gelişmekte olan ülkeler kendi kültürlerinden ödün vermek zorunda kaldılar.

Zorunda kalış sebeplerinin en önemlisi olarak gösterilebilecek şeyse ötekileştirme korkusudur. Söz konusu ötekileştirme toplumların var olduğundan beri olan bir sorundur. Çünkü her toplum kendini tanımlamaya çalışırken hâlihazırda bulunan toplumlardan kendisini ayırt edici özellikleriyle öteki kılmaktadır. Ancak çalışmamızda değindiğimiz ötekileştirme kavramı, siyasal bir olgu olarak toplumların kendisine benzeyemeyen diğerlerine karşı koyduğu sosyal mesafeyi ve bunun bir sonucu olarak diğer toplumlara uygulanan her türlü hak kısıtlamasını içermektedir. Bu yüzdendir ki çoğu gelişmekte olan toplumlar ötekileştirilmemek için gelişmiş ülkelerin kurallarına uymak zorunda kalıyorlar. Montesquieu’ye göre toplumlar, bir sisteme benzemektedir ve sistemi oluşturan öğelerin başında coğrafya ve iklim gelmektedir. Kültürün oluşmasında bile iklim son derece önemlidir. Bu yüzden de her toplumun kendi ekonomik, siyasi ve hukuksal gelişme reçeteleri kendi DNA’sında bulması gerekmektedir. (Karnıbüyük, 2018, s. 249-253)
Bu çalışma genel olarak İslam kültürüyle harmanlanan ve kendi kimliğini bu yönde bulan Türkiye Cumhuriyeti’nin DNA’sındaki kodlara aykırı olan bazı yönlerinin olup olmadığı konusunda bir karşılaştırma yapılması amacıyla yapılmıştır. Söz konusu çalışmada Kıta Avrupa’sından esinlenilerek ya da iktibas ederek kullandığımız mevzuatımızı ne kadar DNA’mızla ilişkili olduğu kapsamında incelenecektir. Öncelikle sosyal bilimlerde modernizasyon ve ötekileştirme nedir tanımlarını yapılacak. Sonrasında İslam Hukuku’nun tarihçesini, kaynaklarını ve İslam hukukunda çevrenin öneminden bahsedildikten sonra ülke mevzuatımızda çevrenin özne bakımından nasıl ele alındığı üzerinde durulacaktır. Sonuç bölümünde de bu iki ana başlığın çevre hakkında görüşlerini ele alıp kıyaslanması yapılacaktır.
2. SOSYAL BİLİMLERDE MODERNLEŞME
Hukuk sosyal bilimler çatısında bulunduğu için öncelikle ötekileştirmenin nedenini beşeri bilimler içinde aramak gerekmektedir. 1940 sonrası dünyada hızlı şekilde ortaya çıkan gelişmişlik sorunu tüm az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler üzerinde baskı oluşturmaya başladı. Az gelişmiş ülkeleri modernleşme yönünde çalışmaları herkes için umut verici olsa da bir modernleşme modelinin ortaya çıkarılması sorunu baş gösterdi. Bu sorunun cevabı da Batı’nın modernleşmesinde olduğu düşünüldü.
Modernizasyon ve değişim, insanlık tarihi kadar eski bir zamana dayanmaktadır. İnsanlık ilk günden itibaren hem hayatta kalma çabasındayken hem de kendini geliştirmek için çalışmıştır. Vestfalya Anlaşması’ndan sonra modern devletlerin kurulmasıyla birlikte beşeri bilimlerin önem kazanmasının yanı sıra batılı anlamdaki modernizasyon başlamış oldu. Ancak sosyal bilimlerde modernleşmenin tek tip tarifinin çıkarılması 19.yüzyıla dayanmaktadır. Dünyadaki kurulan yeni sistemde modern batı toplumların gelişmişlikleri modellenerek tüm dünyadaki toplumluluklara uygulanması hedeflenmiştir (İstanbul Üniversitesi, 2022, s. 1). Burada modellenen tiplerin aşamalı olduğunun altı çizilmelidir. Bu aşamaları iktisadi, toplumsal ve siyasal düzeyler olarak nitelendirebiliriz. İktisadi modernleşme dışa açık bir ekonominin oluşturulması. Toplumsal modernleşmenin göze çarpan özelliği de sekülerleşme ile Batı’nın manevi değerlerinin özümsenmesi gerekmektedir. Son aşamada da siyasi düzeyde modernleşme demokratik bilincin tam olarak oturmasıdır.
19.yüzyılda egemen olan modernleşme düşüncesinin gelişmesinde öncü olan isimlerden Daniel Lerner’dir. Lerner Türkiye, Lübnan, Mısır gibi birçok ülkede modernizasyon süreçleri üzerine çalışmaktadır. Lerner bu gibi ülkelerdeki modernizasyon sürecinin evrensel bazı temel noktalarının olduğunu iddia etmektedir ve bu noktaların Batı’nın etkisinde geliştiğinin inancındadır (Altun, 2000, s. 163-164).
3. SOSYAL BİLİMLERDE ÖTEKİLEŞTİRME
Her sosyal grubu ve o gruba mensup kişilerin farklı öncüllerle ötekileştirilmeye maruz kalması mümkündür. Örneğin kadınlar, siyahiler, romanlar asırlardır ötekileştirmeye en çok uğrayan grupların başında gelmiştir. Din, mezhep, etnik köken, ırk ve cinsiyet gibi faktörler ötekileştirme için kullanılan unsurlardır.

Ötekileştirme temelinde hep bir bireyin kendini ötekileştirdiği topluluktan üstün görmesi söz konusudur. Örneğin konumuzdaki İslamofobi’yi ele aldığımızda toplum söz konusu terimi İslam korkusu olarak çevrilmektedir. Ancak İslamofobi ve modernizasyon bir araya geldiği zaman ötekileştirmenin ruhunda olan üstün görme güdüsü ortaya çıkmaktadır. Batı toplumlarının sanayileşmeyi ve modernizasyon süreçlerini Doğu toplumlarına göre daha önce tamamladıkları için üstün olduklarını ve bu üstünlüklerini hayatın her sahnesinde savundukları göze çarpmaktadır. Son yıllarda daha çok göze çarpan İslam dini üzerinden yaşanılan fobik hale gelen ötekileştirme hemen her din, inanç, mezhep için geçerlidir. İktidar gücünü elinde bulunduran topluluk çeşitli önyargılar ve spekülasyonlarla birlikte kalıcı değer yargıları oluşturmaktadır. Bu yüzdendir ki günümüzde gücü elinde bulunduran toplumlar karşısında İslam dinine karşı her türlü ötekileştirme araçlarını kullanmaktadır (Sağla & Yaşar, 2017, s. 139-142).
4. HUKUKTA İSLAMOFOBİ
Montesquieu’ye göre toplumları pek çok dış etken yönetir. Bunlar iklim, din, ahlak, örf ve adet gibi unsurlardır. Ayrıca Montesquieu, olgu ve olaylar arası kaçınılmaz bir nedensellik bağının olduğunu iddia etmektedir. Bu bağ literatürde bilinen ‘Kanunların Ruhu’ terimini ortaya çıkarmaktadır. Kanunların oluşmasında bu saydığımız dış etkenler büyük roller oynamaktadır. Ancak bu ekonomik kültürel koşullar arasındaki ilişki dengesinde kanun koyucunun iradesine de yer verilmelidir. Çünkü hâlihazırda kullandığımız birçok hukuk normu ya Kıta Avrupa’sından iktibas edilmiş ya da o hukuk normlarından esinlenilerek içselleştirilmeye çalışılmıştır. Bu durumun sonucunda da İslam kültürünün var olduğu ülkelerde de İslamofobi’nin baş göstermesi Avrupa kamu düzeni bakımından tabii bir tehdit olarak görülmesinden ileri gelmektedir. Bu yönüyle, İslamofobi’nin temelinde eşitsizliğin yanında, bir dine veya bir dinin mensuplarına yönelik düşmanlığın yattığını da söylemek mümkündür. Bu bakımdan, İslamofobi çoğulculukla birlikte, din özgürlüğüne yönelik bir ihlal de içermektedir.
Yukarıda bahsettiğimiz üzere iktibas edilsin ya da tamamen kanun koyucu tarafından yazılmış olsun tüm kanunların girdikleri toplumda aidiyetlikleri vardır. Bu yüzdendir ki İslamfobi’nin tam olarak anlaşılabilmesi için ‘Kanunların Ruhu’ düşüncesinden yola çıkmamız gerekmektedir. Bu bağlamda da Vestfalya Anlaşmasından sonra modernleşmede tek tip reçete sunan batı toplumlarının mevzuat çalışmalarının direkt olarak doğu toplumlarında da kabul görmesi dünya çapında bir İslam karşıtlığıyla yüz yüze kalmamıza neden olmaktadır.
Furkan Gülkan
Eğitici içerik için teşekkür ederiz.